Uygurlarda Sanat ve Ortaya Çıkışı
Selenga Nehri’nin doğu kıyısında Göktürklere bağlı olarak yaşayan Uygurlar, 745’te Göktürklerin yerine geçerek Uygur Devleti’ni kurmuşlardır. Kurucusu Alp Kutlug Bilge Kül Kağan’dır. Merkezleri, Ötüken yaylasında Karabalgasun şehridir. Orta Asya Türk halklarının en büyüklerinden biri olan Uygurlar, çağlar boyunca bu bölgenin etnik ve siyasi tarihi üzerinde çok önemli rol oynamışlardır. Uygur sanatının temeli, eski Türk inançları ve yaşam tarzı ile Budizm ve Maniheizm dinlerinin getirdiği yeni düzen üzerine kurulmuştur. Yerleşik düzenle birlikte diğer kültür çevrelerinden farklı özellikler gösteren bir sanat ortaya çıkmıştır. Uygurlarla birlikte Türk sanatı, ilk kez yerleşik bir sanat olma niteliği kazanmıştır. Bu dönemde geliştirilen sanat ve mimarlık öğeleri, İslamiyet’ten sonraki Türk sanatına da etkide bulunmuştur.
Mimari
Uygurlar, yerleşik yaşamla birlikte Maniheizm dinini de benimseyerek diğer Türk devletlerinden farklı bir yaşam tarzı oluşturmuştur. Dinlerinin etkisiyle tapınak mimarisi gelişmiştir.
Uygur tapınaklarında, genellikle bir iç avlu etrafında düzenlenmiş bölümler bulunur. Avlunun ortasında tapınağın adandığı kişinin heykeli ve resimlerinin bulunduğu kutsal bölüm yer alır. Uygur tapınaklarının en önemlileri arasında Hoço Beta Tapınağı, Murtuk A Mabedi, Yar Hoço’daki Ana Tapınak, Hoço’daki A ve P tapınakları sayılabilir. Tapınaklar genelde iki şekilde görülür. Bunlar toprak üstüne inşa edilenler ve kayaya oyulanlardır. Toprak üzerine inşa edilen tapınakların yapı malzemesi taş, tuğla, kerpiçtir ve tapınaklar, geniş avlulara sahiptir. Üst örtüleri kubbe ve tonozdur. Kubbeli odalar, Türk çadırını andırır. Tapınakların bir bölümünde bağımsız olarak inşa edilmiş çok katlı kule şeklindeki yapılara pagoda denir. Mağara tapınakları, kayalara oyulmuş mimari bakımdan farklı tipler göstermektedir. Örnek olarak uzun dikdörtgen şeklinde beşik tonozlu örnekler ya da ana yapı içerisinde dörtgen özel ibadet mekanları olan ya da ön ve arka tarafı tonozlu bazen kubbeli zemin seviyeleri farklı tapınak tipleri görülmektedir. Bu tip tapınaklarda kırlangıç örtü kullanılmıştır.
Uygurlar, iki kanatlı kapı ile açılan ve küçük girişleri olan evlerde oturuyorlardı. Yarım metre yüksekliğindeki kaidelerin üzerine oturtulan Uygur evlerine, basamaklı merdivenlerden girilirdi. Bunun dışında genellikle tek katlı olan evlerin, Çin evlerine benzer kiremitli dik sırtlı çatılarının iki ucu kuş motifleriyle sonlanıyordu. Çin evlerinde bu, ejder başı olarak görülür. Pencerelerin ve kapıların üstü, önce kemerli örtülü olup daha sonra pencereler dikdörtgen şeklini almıştır. Doğu bölgelerde avluya hayat da denilirdi. Evlerin odaları bir sofraya açılırdı.
Uygur Şehirleri
Uygurların benimsediği dinler, şehir yapısını da etkilemiştir. Şehirlerin şekillenmesinde iklim büyük çapta etkili olmuştur. Yaşadıkları coğrafyada bozkır hakim olduğu için Uygurlar, yazları evlerin tonoz kemerli zemin kat odalarına sığınıyorlardı. Uygur binaları, sıkıştırılmış ve güneşte kurutulmuş balçıktan meydana gelen tuğlalardan yapılıyordu. Evler, aynı zamanda savunma amaçlı yapılar olduklarından en dışta bir hendek bulunuyordu. Dörtgen plan üzerine kurulu ordu-kentte dört ana yönden gelen yollar, genellikle hükümdarın köşkünün bulunduğu yerde kesişirdi. Bu plan tipi, daha sonraki devirlerde de kullanılmış, zamanla iç kale ve dış kale oluşturmuştur. Bu kent planı, Türk mimarisinde görülen dört eyvanlı yapıları da etkilemiştir.
Resim Sanatı
Orta Asya Türk resminin asıl temsilcileri, Uygur Türkleridir. IIX. ve IX. yüzyıla ait olan ve Turfan bölgesinde Hoço ve Bezeklik gibi Uygur merkezlerinden günümüze gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında duvar resimleri ve figürlü işlemelerin yanında minyatürlerin bulunduğu bilinmektedir. Uygurlar, tapınaklarını bezemek için duvar resmini; kitapları süslemek için ise minyatürü kullanmıştır. Eski Uygur şehir harabelerinde bulunan VIII. ve IX. yüzyıllardan kalma Budist ve Maniheist duvar resimleri ile minyatürler, Türk resminin bugüne kadar bilinen eski örnekleridir. Bunlarda rahipler, vakıf yapanlar, müzisyenler tasvir edilmektedir. Kompozisyon, sıralama halinde ve simetrik bir düzene göredir.
Koyu mavi ve kırmızının çok olduğu parlak renkler kullanılmıştır. Gerek duvar, gerekse kitap resimlerinde görülen kişiler; yuvarlak yüzleri, çekik gözleri, küçük burunları, başlık biçimleri, giyinişleri ve kadınsa saç örgüleri ile kendilerini belli ederler. Büyük bir renk zevki, dikkati çeken saf bir çizgi ustalığı, Uygur ressamlarının iki özelliği olarak karşımıza çıkar. Hoço’da bulunan VIII. ve IX. yüzyıllara ait, 66×32 cm ölçülerindeki koşan at freski, gerçekçi bir üslupla yapılmıştır.
Resmin üst tarafı silinmiş olmasına karşın aslında dörtnala hücuma kalkan atın üzerindeki zırhlı bir süvari, sağ elindeki yaydan ok fırlatıyordu. Bunu atın kulakları arkasında görünen yayın bir kısmından anlıyoruz. Süvarinin sol bacağının arkasında büyük bir sadak (ok kuburu) asılı, deri işleri altın yaldızlıdır. Atın başı, gözlerin başarılı deseni ile çok canlı bir ifade kazanmış, kuyruk da düğümlenmiştir.
Heykel Sanatı
Uygurlar, Maniheizm ve Budizmin etkisinde kaldıkları gibi diğer kültürlerden de etkilenmiş, Hint ve Çin heykeltıraşlarının da etkisinde kalmışlardır. Resim sanatında işlenen konular, heykel sanatında da tekrarlanırken, Buda ve hayatı da ağırlıklı olarak işlenen konulardan olmuştur. Heykeller; mermer taşı, alçı, toprak, ahşap, tunç gibi malzemelerden yapılmıştır. Normal insan ölçülerinden küçüktür. Figürler sayıca fazladır. Buda heykelleri abidevi ölçülerde yapılmıştır. Heykeller çoğunlukla frontal olarak tasvir edilmiş ve harekete az yer verilmiştir. Yüzde idealize edilmiş bir ifade ve arkaik gülümseme vardır.
Elbise, şeffaf olarak vücuda yapışmış ve vücut hatlarını da ortaya koyar durumdadır. Kızıl‘da bulunan diz çökmüş halde, omuzunda yük taşıyan, 47 cm boyundaki toprak heykel, 8-9. yüzyıl Uygur heykel sanatı için karakteristiktir. Heykel boyalıdır, cildi esmer beyaz, saçları siyah, sadece kahverengi bir peştemalle vücudu çıplak olup realist bir üslubu vardır.
İnsan heykellerinin yanında birçok hayvan heykeli ve figürleri yapılmıştır. Hayvan figürlerinin büyük bir kısmı stilize edilmiştir. Tek ya da grup heykellerin yapıldığı görülmektedir. Bununla beraber alçı ve kaya yüzeylerine yüksek kabartma tekniğiyle de figürler işlenmiştir.
Sorçuk’ta bulunmuş olan at başı, 27 cm boyundadır ve 8-9. yüzyıllara aittir.
Kalıptan alçıya alınmıştır. Kabarmış yeleleri ile garip bir yüz ifadesi vardır. Hunlardan gelen orijinal hayvan üslubu, Çin’den farklıdır. Kuvvetle üsluplaşmış olan heykelde, yele ve perçemler çok olgun çizgilerle belirtilmiş olup, hemen hemen demona bezner bir ifade taşımaktadır. Sorçuk’ta bulunan diğer bir heykel olan fil başı 38 cm boyundadır ve 8-9. yüzyıllara tarihlenir.
Kalıptan alçıya alınmış baş, kuvvetle üsluplaşmış olup fili tanımayan biri tarafından yapılmıştır ve grotesk bir ifade taşımaktadır. Buna benzer kuvvetle üsluplaşmış fil başı tasvirleri, Kuça’daki duvar resimlerinde görülür. At, deve, keçi gibi bölgede bol bulunan hayvanların başları, şaşılacak bir doğrulukla resmedilmiştir.
Minyatür
Geleneksel Türk resminin, tarihi gelişim evrelerinin temelini minyatür resminin oluşturduğu görülmektedir. “Minyatür” kelimesi Latince “miniare” kökünden gelip İtalyancaya “miniature” diye geçmiş olan sözcüğün Türkçeleştirilmiş şeklidir. Osmanlıcada “nakış” veya “tasvir” sözcükleriyle de anılan minyatür, geniş anlamıyla “el yazma kitaplarda metni aydınlatmak üzere çizilip yerleştirilen, konuyu açıklayıcı resimler” olarak tanımlanabilir. Sanatçısına “nakkaş” ya da “musavvir” denilmektedir. Daha çok kağıt, fildişi, papirüs gibi yüzeyler üzerine yapılan minyatür resmin bir Doğu sanatı olduğu ve Batı’ya, Doğu’dan geldiği ileri sürülmektedir.
Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki devreye ait yazma eserlerdeki minyatürler, Uygur prenslerini ve rahiplerini canlandıran resimlerdir. Çeşitli kültür ve dinlerin etkili olduğu ortamda yapılan bu minyatür resimlerde çok zengin bir üslup göze çarpmaktadır. Uygurların bugüne çok az sayıda kalan minyatürlerinde, Gazne ve Büyük Selçuklu figür sanatında bol olarak karşımıza çıkan ve “Uygur Tipi” olarak karakterize ettiğimiz uzun saçlı, dolgun yanaklı, ufak ağızlı, ince-uzun burunlu, çekik gözlü ve kaşlı bir yüz şeması dikkati çeker. Hoça şehrinde, minyatürlerle süslü, Uygurca yazılmış el yazmaları da bulunmuştur.
bu yazının kaynakçası hakkında bilgi verebilirmisiniz
veremeyiz