Sembolizmde İstiridye ve İnci

1
29216
The Birth of Venus - Sandro Botticelli (1485)

İstiridye, deniz kabuğu ve inci sembolizmi, suyla ilişkili olduğu kadar cinsel simgecilik alanında da birbirlerini destekler niteliktedir. Nitekim bunların hepsi de; sularda, ayda ve kadında yoğunlaşmış olan kutsal güçlere ortak olmuşlardır. Ayrıca bunlar, çeşitli nedenlerden ötürü, bu güçlerin amblemleridir.

Deniz kabukları ile kadın üreme organları arasındaki benzerlik; istiridyenin içinde oluşan incinin, jinekolojik ve embriyolojik anlamı ve istiridyeleri, suları ve ayı birleştiren ilişkilerdir. İstiridyelerin ve deniz kabuklarının sihirsel yeteneklerine olan inanca, tarih öncesinden modern zamanlara kadar, dünyanın her yerinde rastlanmaktadır. Bu cins kavramların kökeni olan simgecilik, büyük olasılıkla “ilkel” düşüncenin derin bir tabakasına aittir.

istiridye-ornekleri

İstiridye ve İnci Sembolizminin Kökeni

Toplumun kültürel kavramlarının sembolik göstergeleri, mezarlara yansıdığı için, mezar yerlerinde gün yüzüne çıkan eşyaların hiçbiri orada tesadüfen yer almaz. Hatta buraya konmuş eşyalar arasında anlamsız ve fazlalık teşkil eden hiçbir öge olmaması nedeniyle mezarlar, araştırmacılar için birer kültür niteliğindedir.

Üst Paleolitik Dönemin başlangıcından itibaren mezarlarda istiridye kullanımına, Pasifik Okyanusu’ndan, Atlantik Okyanusu’na kadar olan bir alanda, Cro-Magnon insanının yaşadığı tüm bölgelerde rastlanıyor. Hatta o kadar ki istiridyenin bulunmadığı bölgelere bile, bu kabuklu deniz hayvanlarının büyük zahmetlerle de olsa getirilmiş olduğu anlaşılıyor.

cro-magnon

Tarihin bu karanlık dönemlerinde yaşamış insanların mezarlarında, ilk karşımıza çıkan kişilik “Ana Tanrıça”dır. Ana Tanıça, doğurganlığın efendisi, kendisinde oluşan cenini dünyaya sunan, yani nesil üreten insan olarak tapınılmış bir figürdür. Bunun yanı sıra genel hatlarıyla istiridye, inci, taştan yapılmış küçük kürecikler ve onlardan yapılmış kolyeler, inek, ay ve yılan benzeri çizimler veya sığır, geyik gibi sunak hayvanları, bu mezarların öte dünyayla ilgili vazgeçilmez gereçlerdir. Bulunan en eski mezarlarda, gömü işlemleri törenlerle gerçekleştirilmiş ve cenazeler, kırmızı aşı boyasıyla boyanmıştır. Cesetlerin boyunlarında veya mezar alanında, deniz kabukları ve incilere rastlanmıştır. Ayrıca cesetlerin sürekli doğu-batı yönünde konumlanmış ve fetüs şeklinde yatırılmış olmaları, yeniden doğum düşüncesini yansıtmaktadır.

Lisbon’un 135 km kuzeyinde bulunan Lape vadisinde, Lagar Velho sığınağında, 4 yaşında bir çocuğun iskeleti, arkeolog J.Zilhao tarafından bulunmuştur. Karbon-14 metoduyla yapılan incelemede, küçük çocuğun MÖ 24,500’lü yıllarda öldüğü belirlenmiştir. Boynunda deniz kabuklularından bir kolye bulunan bu çocuk, içi kırmızıya boyanmış, hayvan derisinden yapılmış bir torbanın içine konularak gömülmüştür.

child-skeleton

Deniz kabukluları, kırmızı boya, hayvan derisi ve bir torbaya konarak gömme gibi davranışlardan, bu çocuğun kutsal ayinlerle ve ritüellerle defnedildiği anlaşılabilir.

Benzer şekilde, Teviec ve Hoedic mezarlarında, cesetler kırmızıya boyanmış, istiridye kabukları ve geyik boynuzlarıyla birlikte mezara konmuştur. Yukarıda değinildiği gibi, burada bulunan deniz kabukluları ve doğu-batı (güneşin doğuşu ve batışı), yeniden doğuş kültünün varlığını kanıtlar niteliktedir.

teviec-and-hoedic

 

Belçika’da Arden’deki Madalenien Dönemi insanlarının, istiridyelerini Champagne bölgesinden; Arcy-sur-Cure’daki Gravitien Dönemi (MÖ25,000-20,000) insanlarının, Sens Bölgesi’nden “Cypraea” kabuklarını getirdiği, yine Arcy Mağarası’nda bulunan tribolit türden kabukluların, Fransa’da bulunmadığı ve bunların Bohemya’dan getirildiği anlaşılmıştır. Grimaldi Mağarası’nda ele geçen istiridyelerin de, sadece Hint Okyanusu’nda bulunan bir tür olduğu hatırlanırsa, bu nesnelerin büyük zahmetlere katlanılarak ne denli uzak bölgelerden taşındığı anlaşılır.

istiridye-kolye
Bu çağlarda, inci-istiridye kültü, öylesine önemli olmuş ki Pech-Merle’de olduğu gibi çizimlere bile konu olmuş, hatta bazı vulva çizimleri, istiridye formunda yapılmıştır.

 

vulava-ve-istiridye

A.Defleur-O.Dutour’un bulgularına göre;  Cro-Magnon mezarlarında, inci-istiridye kullanım oranı %90’dır. Hatta M.Dupont, Belçika’da Üst Paleolitik Dönemlere ait midye kabuklarının parlak iç yüzeylerinden yapılmış, mozaiklerle süslü bir alan bulmuş ve benzer mozaik süslemeleri barındıran mekanlara Rusya’da da rastlanmıştır. Bu mekanların, doğurganlık ritüellerinin gerçekleşitirildiği birer kült alanı olarak kullanılmış olduğu anlaşılmıştır.

Tüm Üst Paleolitik Döneme damgasını vuran inci-istiridye kültü ve mezarlarda kadın-ay-su-yeniden oluşum kavramları bir arada kullanılarak ölüm ve yeniden doğum fikrinin sembolik nesneler vasıtasıyla anlatılmaya çalışıldığı görülür.

Çekoslovakya Unterwisternitz Üst Paleolitik buluntusunda da görüldüğü gibi, sivri-konik-spiralik olanlar, erkek simgeleri olarak karşımıza çıkar. Spiralik formlu deniz kabukluları, paleolitik mezarlarda sık sık bulunduğu gibi bunların -doğumlara yardımcı oldukları inancından dolayı- günlük yaşamda da boyunlarında taşınmış olduğu, Lascaux buluntusundan anlaşılıyor.

shell necklaces

Antik Medeniyetlerde İstiridye ve İnci Sembolizmi

Daha sonraki dönemlerde de Sümer, Babil, Tibet, Aztek, İnka, Maya, Hint, Amerika Kızılderililer ve Borneo yerlilerinin mezarlarında inci istiridye ve deniz kabuklularının bulunması, bunların da aynı amaçla kullanıldıklarını gösterir. B.Malinowskli, Pasifik Okyanusu adalarında yaşayan yerliler arasında, kolye şeklinde hazırlanmış kabuklu deniz hayvanlarının (kula) sivri koni biçimli olanlarının, Mvali’leri yani erkekleri; istiridye ve kırmızı renkli yassı kabukluların da, kadınları temsil ettiklerini ifade etmektedir. Günümüzde, Avustralya yerlilerinin, cesetlerini kırmızıya boyamalarının ve yanlarına da deniz kabukluları koymalarının, doğurganlık ve yeniden doğum büyüsüyle ilintili olduğu anlaşılmaktadır.

Sümerler, çivi yazısına geçerken o güne kadar kullanılan temel sembolleri kaynak aldıklarını ve yazılarını da bu sembollerden türettiklerini biliyoruz. Günümüzde bu sembollerden yazıya dönüşüm listesi mevcut olduğundan, kelimelerin anlam değerlerinden yola çıkarak, onlara karşılık gelen çok sayıda sembolün anlamını tespit etmemiz mümkün görünmektedir. Görseldeki ilk sembol (1), Sümercede inci, neslin üremesi ve nesil anlamlarına gelirken diğer resimde çocuğu (çocuk oluşumunu) simgeler.

sumer-dili-inci

Sümerlerin inciyi, yumurta ve neslin üremesiyle aynı anlamda kullanmış olmaları, ilk çağlardan bu yana gelen, inci sembolünün doğurgan yumurta anlamı içerdiğini, kuşku bırakmayacak bir şekilde açığa çıkarmaktadır. Uçlarında iki inci-yumurta formları bulunan diğer resmin de, çocuk oluşumunu ifade etmesi bu mantığın doğal uzantısıdır.

Yunan ve Roma Mitolojisi’nde, aşkın ve güzelliğin koruyucu tanrısı olarak geçen Afrodit’in (Roma mitolojisindeki adıyla Venüs) doğumuyla ilgili iki efsane vardır. Bunlardan birinde, Hesiodos, Theogonia’da (tanrıları ve evrenin yaradılışını anlattığı eseri), bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Bu hikayeden dolayı İtalyan ressam Sandro Botticelli, Venüs’ü çizdiği tabloda, onu bir deniz kabuğu üzerinde resmetmiştir.

The Birth of Venus - Sandro Botticelli (1485)
The Birth of Venus – Sandro Botticelli (1485)

Deniz kabuğu, cenaze törenlerinde olduğu kadar, doğum törenlerinde de kullanılmıştır. Romalı cenaze töreni stellerinin üzerinde karşılaşılma sıklığının ispatladığı gibi, güçlü ve evrensel bir semboldür. Boticelli’nin görkemli bir deniz kabuğu içerisinde görülen çıplak Venüs tablosu da, aynı durumun bir kanıtıdır. Deniz kabuğu, saklı hayat ve yeniden dirilişi işaret eder.

Mısır’da hanedanlar öncesi mezarlarında da, deniz kabukları bulunmuştur. Kızıl deniz kabukları, Mısır’da çok uzun süre nazarlık olarak kullanılmışlardır.

egtpt-amulet

Antik Mısır’ın son Helenistik kraliçesi olan Cleopatra(Kleopatra) da, Marcus Antonius ile arasında geçtiği anlatılan bir hikaye sebebiyle, ressam Giovanni Battista Tiepolo tarafından resmedilmiştir. Hikayeye göre; Cleopatra, Roma komutanı Marcus Antonius’un aşırı savurganlığını, vereceği 10 milyon sestercelik (eski Roma parası) tek bir yemekle geçebileceği konusunda Marcus Antonius ile bahse girer. Marcus Antonius, tek bir yemeğin ederinin bu kadar tutabileceğini düşünmediği için, meydan okumayı kabul eder. Ertesi gün Cleopatra, Marcus Antonius’a çok görkemli bir ziyafet sofrası kurar. Marcus Antonius, sofrayı gördüğünde sofranın tüm ihtişamına rağmen ederinin vadedilen miktara yetişemediğini düşünür. Cleopatra ise, bunun yanlızca başlangıç olduğunu söyler ve uşaklarına sıradaki yemeği getirmelerini emreder. Uşaklar, sadece tek bir kadeh sirke getirirler ve Cleopatra’nın önüne koyarlar. Cleopatra’nın kulaklarında iki adet çok değerli inci küpe (dünyanın en büyük iki incisi) vardır. Küpelerden birini çıkarır, sirkenin içine atar ve Celopatra, sirke içinde çözünen incili karşımı içer. Tam ikinci küpeyi de sirke kadehinin içine atmak üzereyken Marcus Antonius’un arkadaşı Lucius Plancus (bahsin hakemi), Cleopatra’yı durdurur ve kazananın Cleopatra olduğunu ilan eder.

The Banquet of Cleopatra - Giambattista Tiepolo (1744)
The Banquet of Cleopatra – Giovanni Battista Tiepolo (1744)

Deniz kabuğu, aynı zamanda büyük Aziz Jacques’in amblemi haline gelmiştir. Bu bize, İsa’nın havarisi olan azizin, balıkçı olduğunu, okyanusun Galice Kıyıları’nı deniz kabuğuyla doldurduğunu, İspanya havarisi Büyük Aziz Jacques’in mezarının, bir yıldız sayesinde 9.yy da esrarengiz bir şekilde orada keşfedildiğini hatırlatır. Bir geleneğe göre deniz kabuğu, mezarın keşfinden sonra onun yakınına kurulan ve hac merkezi haline gelen Saint-Jacques-de-Compostelle şehrine kadar, yolculuğun iyi ve güzel bir şekilde yapıldığının da bir kanıtıdır. Çünkü bir kere vardıktan sonra hacı adayı, kıyıdan deniz kabuğu toplamaya gider. Başka bir adete göre; 12. yüzyılda, Saint Jacques de Compostelle şehrine yapılan hac ziyaretlerinin başlarında, deniz kabukları hacılara ayrıca satılıyor ve adaylar da bunları satın alıp mantolarına iliştiriyorlardı. Kimileri öyle büyük miktarlarda satın alıyordu ki, Saint Jacques de Compostelle şehrini, sayısız deniz kabuğuyla ağırlaşmış mantolarıyla terk ediyorlardı. Bugün hala Saint Jacques de Compostelle şehrinin amblemi de olan deniz kabukları, Camino denilen yolun sınırlarını çizgi çekerek belirler. Hacı adayları, birçok ülkedeki yollara konulmuş deniz kabuğu sembolünden yola çıkarak, Sanit Jacques de Compostelle’ye ulaşabilirler.

saint-jacques

Deniz kabuğu ile kadın üreme organı arasında benzerlik kurulması, Japonya’da da görülmüştür. Böylece deniz kabukluları ve istiredyeler, döl yatağının sihirsel güçlerine ortak olmaktadır. Bitmez tükenmez bir kaynaktan, dişilik ilkesinin amblemi gibi olan bir noktadan fışkıran yaratıcı güçler, onlarda mevcuttur ve etki etmektedirler. Deri üzerinde muska veya süs olarak taşınan istiridyeler, deniz kabukları ve inciler, kadını hem kötü güçlerden ve kötü kaderden korumakta hem de onu üretkenliğe yatkın bir enerjiyle donatmaktadır. Akamba (Kamba) kadınları, istiridye kabuklarıyla süslü kemerler takmakta, bunları ilk çocuklarını doğurduktan sonra çıkartmaktadırlar. Başka yerlerde, istiridyeler, en uygun evlilik armağanlarını oluşturmaktadır.

this-is-an-double-stand-old-woven-sisal-and-cowrie-shell-money-belt-or-necklace-from-the-kamba-tribe-of-east-africa-shell-money-is-a-medium

İnci-İstiridye ilgili inançların, daha sonraki kültürlerde de devam etmiş olduğunu arkeolojik buluntulardan anlıyoruz. Mitolojik söylemlerde de, bu görüntüleri tamamlayıcı bilgiler verilmektedir. Örneğin; inci-istiridye, Yunanlarda evliliğin sembolüydü. Eski İran’da kırılmamış doğal inci, bekaret; incinin kırılması da, aşılanma ve doğum demekti. Bu mitolojilere göre, başlangıçta bir tek gerçeğin haricinde hiçbir canlı yoktu. Bu gerçek, istiridyede yuvalanmıştı.

Su-istiridye kutsal süsleme bütünü, Kolombus öncesi Amerika’sında bolca bulunmaktadır. Malinche Hill’deki, Tula kabartması içinde istiridyelerin, sarmalların, çift halkaların yer aldığı sularla çevrelenmiş bir tanrıçayı temsil etmektedir. Codex Nuttall’de, su-balık-yılan-yengeç-istiridye kutsal süsleme bütünü, egemen durumdadır.

codex-nuttall

Azteklerde, midye-istiridye-ay, tanrıçayı ve nesillerin doğuşunu temsil ederdi. İspanyol kadın isimlerinden Concepcion-Concha-Conchita’nın, midye istiridye türünden kabuklu deniz hayvanları anlamına gelmesi de ilginçtir.

Deniz kabuğu, inciler ve sümüklü böcekler, her yerde aşk ve evliliğin amblemleri arasında yer almaktadır. Kamadeva’nın heykeli, deniz kabuklarıyla süslenmiştir. Hindistan’da evlilik, büyük bir deniz kabuklusu (Turbinella Pyrum) öttürülerek ilan edilmektedir. Zaten bu kabuk, Vişnu’nun başlıca simgelerinden biridir.

visnu-on-the-lotus-thumb

İnciler, Japonya ve Çin’de de, ölümsüzlük ve yeniden doğumu sağlaması amacıyla, ölen kimseyle birlikte gömülürdü. İncilerin bekçileri de, ilginç bir şekilde “Nagalar” yani yılanlardı. Hindistan’ın bazı bölgelerinde, ölünün ağzına, yeniden doğuşu sağlamak amacıyla birer inci bırakılırdı. Benzer uygulamalar, sahte incilerle de olsa Laos’ta da görülürdü. Özetle inci, doğum gizemine sahip minik doğurgan yumurtanın temsilcisi olarak çıkıyor karşımıza.
Budizmin Sekiz Uğurlu Sembolü’nden biri olan ve içine üflendiğinde yüksek perdeden titreşimli bir ses çıkaran deniz kabuğu, Asya’da insanları toplantılara ya da törenlere çağırmak için kullanılırdı. Uğurlu sembollerden biri olarak deniz kabuğu (sankha), Buda’nın sesini ve öğretisinin yayılmasını sembolize eder.

sankha

Deniz kabuklarını kabul törenlerine ve daha da genel olarak, çeşitli dinsel ayinlere bağlayan aynı mistik bağlar; Endonezya, Melanezya ve Okyanusya’da da bulunmaktadır. Togo köylerinin girişi, gözleri deniz kabuklularından yapılmış olan ve önlerine deniz kabuklarından adaklar konulan putlarla süslenmiştir.

fetiche-adja-detail-ewe-statue-et-statuette-togo-vaudou

Kuzey Amerika Kıtası’nın yerli halkarından olan Haidaların yaradılış efsanesinde, Haidalar için kutsal olan kuzgun ile insanların içinden çıktığı deniz kabuğu (midye) anlatılmaktadır. Efsaneye göre, büyük bir sel felaketinden sonra Haida, Gwaii’de Rose Spit Kumsalı’nda kalan kuzgun, selin çekilmesinden sonra ortaya çıkan deniz kabuklularıyla kendine ziyafet çeker ancak hokkabazlık yaparak kızdıracağı, oyun yapacağı kimseler kalmadığından yapayalnız kumsalı turlar durur. Kumsalda dolaşırken aniden boğuk bir ses duyan kuzgun, kumların üzerinde devasa bir deniz kabuğu görür. Kabuğun açık ağzına eğildiğinde, kabuğun garip küçük yaratıklarla (insan) dolu olduğunu farkeder.

haida-efsanesi

Kuzgundan korktukları için dışarı çıkmakta tereddüt eden bu yaratıkların ikna edilmesi gerektiğini düşünen kuzgun, en hoş sesle onlara tatlı diller dökerek, güzel dünyasına adım atmaları için ikna etmeye çalışır. Çok geçmeden yaratıklar, birer ikişer dışarıya çıkmaya başlar. Bazıları kuzgunu görünce korkup tekrar içeri girer ama sonunda merak, galip gelir ve tüm yaratıklar, kuzgunun dünyasına ayak basar.

Hindistan’ın ejderha biçimli deniz tanrıları ve Çin ile Japonya’nın ejderha tanrıları, incilerle yakından alakalıdır. 6.yüzyıl Çin eserlerinde, incilerin ejderhalar tarafından tükürüldükleri belirtilir. Ejderhaların ağızlarında, boğazlarının altında ya da bulundukları gölde “yüz altın parçası kadar değerli” incileri vardır. Ejderhalar, gökyüzünde savaşırken; inciler, yeryüzüne düşer. De Groot, ejderhaların ağızlarından düşürdükleri “gök gürültüsü incilerini” anlatmıştır. Bunlar, geceleri bir evi aydınlatabilir. Wang Fu’nun ejderha tasvirlerinde, ejderhanın “çenesinin altında parlak bir inciye sahip olduğu” anlatılır.

dragon-and-pearl

 

Yararlanılan Kaynaklar

  • Necmettin Ersoy-Semboller ve Yorumları
  • Larousse-Semboller Sözlüğü
  • Mehmet Ateş-Mitolojiler ve Semboller
  • Mircea Eliade- İmgeler Simgeler
  • Donald A. Mackenzie-Çin ve Japon Mitolojisi
  • Halil Gökhan-Semboller
  • Clare Gibson – Semboller Nasıl Okunur
  • www.donsmaps.com
  • www.hoaxes.org
Click to rate this post!
[Total: 15 Average: 3.5]

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz