Müzik terimi, köken olarak Latince “musica” sözcüğünden gelir. Musica sözcüğünün, Yunan mitolojisindeki tanrı Zeus’un 9 peri kızına verilen isim olan “müz” kökünden geldiği savunulur.
Müzik, insanlık tarihinde, duygu ve düşüncelerin anlatım biçimi olarak bilinir. Her yaşta, her toplumda ve tarihin her döneminde insanları bu kadar etkileyen müzik, hiç şüphe yok ki insanları tedavi etme aracı olarak da kullanılmıştır. Farklı ritimler ve etkileyici sözler eşliğinde, hastanın şifaya kavuşturulması, müzikle tedavinin temelini oluşturmuştur.
Müzikle Tedavi Yöntemleri
Müzik, pek çok medeniyet tarafından tedavi amacıyla kullanılmıştır. Duyguları ifade etmenin belki de en etkili aracı olan müzik, tarihin en eski dönemlerinden beri insan hayatının merkezinde yer almış, insanların ruhsal ve bedensel problemlerini gidermek için, yol gösterici bir iletişim aracı olmuştur.
Eski Yunanlarda müzik, her türlü erdemin esası olup, ruhun eğitimi ve arınmasında büyük bir etmen olarak kabul edilmiştir. Aynı zamanda müziğin epilepsi, depresyon, cinnet, histeri, felç, ateşli hastalıklar, romatizma, çeşitli ağrılar, veba, kızamık, gibi hastalıkların tedavilerinde kullanıldığı da bilinmektedir. Yunan mitolojisinde, güzel lir çalmasıyla tanınan Apollon, hem müziğin hem de hekimliğin tanrısı sayılmış ve lir çalarak insanların sıkıntılarını gidermiştir.
Eski Mısır’da da müzikle tedavi yöntemi uygulanmıştır. Eski Mısır papirüslerinden edinilen bilgilere göre, müzik hastalara güç vermede ve doğum sırasında kullanılmıştır.
İlkel topluluklarda kullanılan müzikle tedavi yöntemi; av, savaşa hazırlık, dini törenler, hastalıkları teşhis etme, hastalıkları iyileştirme, çağrı (duyuru), birleştiricilik (politik), isyan ve büyü gibi durumlarda kullanılmıştır. İnanışlarına göre her varlığın kendi sesi vardır. Bu sesle temasa geçilerek, hastalıklara sebep olan kötü ruhlu varlıklar, ruhtan arındırılır ve tedavi edilirdi. Bu kötü varlıklar, sihirbaz ve hekim öncülüğünde gerçekleştirilen tedavi töreninde, müzik, dans ve belirli bir ritim eşliğinde kontrol altına alınırdı.
Bilim İnsanlarınca Müzikle Tedavi
- Platon (Eflatun) da, MÖ 400 yıllarında müziğin ahenk ve ritimle, ruhun derinliklerine etki ederek, kişiye bir hoşgörü ve rahatlık verdiğini belirtmiştir.
- Konfüçyüs: “Müzik yapıldığı zaman kişiler arası ilişkiler düzelir, gözler parlar, kulaklar keskin olur. Kanın hareketi ve dolanımı sakinleşir.” diyerek müziğin insanlar üzerindeki etkilerini tarif etmiştir.
- Hipokrat, bazı hastaları, tedavileri için ilahilerle tapınağa götürmüştür. Hipokrat’a göre, tıbbın diğer vasıtalarının faydasız kaldığı hastalıklarda müziğin denenmesi önemlidir.
- Pisagor, umutsuzluğa düşen kimseleri veya çabuk öfkelenen hastaları belirli melodilerle tedavi edebilme imkânını araştırmıştır. Seslerin harmonisinin bir sonucu olan müzik, Pisagor’a göre vücuttaki harmoninin bozulduğu durumlarda en etkili devadır.
- Gallen, müziğin akrep ve böcek sokmalarına karşı bir panzehir olduğunu söyler.
- Athennoaops, hasta bölgenin üzerinde çalgı çalarak ağrı tedavi etmiştir.
- Aristidis, Teofrates, Platon, Asclepiades, Xenokrates, Cicero ve Celsus musiki ile akıl hastalıklarını tedavi etmişlerdir.
- Aurelianus, kronik hastalıkların tedavisinde, Frigya usulü obua çalmayı önermiştir.
Türklerde Müzikle Tedavi
Türkler, müzikle tedavi yöntemini, ruh hastaları üzerinde ilk defa uygulayan uluslardan biridir. En az 6000 yıllık geçmişi olan bu kültürü; Orta Asya, İslam, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyeti olmak üzere 4 evrede incelemek mümkündür.
Orta Asya Türk Kültüründe Müzik
Orta Asya Türk kültüründe müzik ve müzikle tedavi yöntemi, MÖ 1700 yıllarına uzanan bir geçmişe sahiptir. Orta Asya müzik kültürünü yansıtan en erken örnekleri, Çerçen kazasında bulunan kaya resminde, dans eden figürlerle birlikte görmekteyiz. Bu figürler, bize dönem çalgıları hakkında bilgi verdiği gibi, müzik kültürünün de ne kadar yaygın bir gelenek olduğunu gösterir.
Eski Türklerde, tedaviyi yapan müzisyen hekimlere, şaman ya da baksı adı verilirdi. Şamanlar, kötü ruhları kovma törenlerinde, müziğin yardımıyla transa geçerek hastalığı tedavi etmişler ve bu törenlerde, müzik aleti olarak kopuzları kullanmışlardır. Baksı, seans boyunca müzik eşliğinde dua ve dansı birleştirerek ata ruhlarına ulaşır ve hastasını tedavi ederdi. Baksının trans anında yapmış olduğu dansın iyileştirici bir güce sahip olduğuna inanılırdı. Baksılar, hastaların tedavisinde, beş sesli (pentatonik) müzik kullanırlardı. Bu ayinler sırasında kullanılan müzik aletleri, kutsal kabul edilirdi.
Orta Asya Türkleri tarafından müzik aleti olarak; kopuz, saz ve davulun kullanıldığı bilinmektedir. Kopuz veya saz tedavi edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan önemli bir çalgı olmakla birlikte davul da, Altay Türklerinde hasta tedavisinde ve dinsel törenlerde şamanlar tarafından kullanılmıştır.
İslam Medeniyetlerinde Müzikle Tedavi
Müzik İslam’ın ilk yıllarında, insanı zevk ve sefaya yöneltmesi, dini vazifeleri ihmale götürmesi sebebiyle toplumca kabul görmemiştir. Peygamberin Kuran-ı Kerim’i güzel okuyanlara karşı memnuniyet duyması ile insanların müziğe karşı bakış açısı değişmiştir. Süreç içerisinde Türk-İslam kültüründe önemli bir yer edinen müzik, her alanda gelişimini sürdürmüştür. Bu gelişmelerin merkezini, ağırlıklı olarak Mevlevihane ve Enderun oluşturmuştur.
İslam Medeniyeti tarihinde, özelikle tasavvuf ekolü mensupları (sufiler) müzikle uğraşmış, müziği kullanmış ve savunmuşlardır. Sufiler, akli ve asabi hastalıkların müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir. Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam âlimleri ve hekimleri Zekeriya El-Razi (854-932), Farabi (870-950) ve İbn-i Sina (980-1037), müzikle tedavinin bilhassa müziğin psişik hastalıkların tedavisinde, ilmi esaslarını kurmuşlardır.
İbn-i Sina, gerek çocuk gerekse yetişkin akıl hastalarının, meşguliyet, şok, telkin, müzik ve ilaçla tedavi edilebileceğini belirtmiştir. Ayrıca, bugünkü modern psikiyatrinin ve çocuk psikiyatrisinin de kurucusu olmuştur. İbn-i Sina, müziğin tıpta oynadığı rolü, şöyle anlatmaktadır: “Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi müziği dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.”
Farabi, “Musiki-ul-kebir” adlı eserinde, müziğin fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Bir diğer eseri olan “al-Madhal fi‟l Mûsikî”de çalgılardan ve müzisyenlerden söz etmiştir. Aynı zamanda, Türk Müziği makamlarının ruha olan etkilerini sınıflandırılmıştır.
Zekeriya El-Razi, melankolik hastaların meşguliyetle tedavi edilmesi gerektiğini söylemiş; bu nedenle, onlara müzik öğretilmesi ve güzel sesle şarkı söyleyenlerin dinletilmesini tavsiye etmiştir.
Zekeriya El-Razi, Farabi, İbn-i Sina gibi önemli kişilerin bu konuda yazdıkları yazılar, günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu hekimlere göre, makamların faydalı olduğu hastalıklar ve etkili oldukları zamanlar şöyledir:
Rast Makamı: Felci iyileştirir, insana sefa yani neşe ve huzur duygusu verir. Kemik ve beyin üzerine etkilidir. Düşük nabzın yükselmesini sağlar. Heyecanı arttırır. Uyumayı engeller, iç huzur ve rahatlık verir. Ulema meclisine etkisi fazladır. Farabi’ye göre imsak vaktinde etkilidir.
Rehavi Makamı: İnsana, beka yani sonsuzluk düşüncesi verir, imsak vaktinde etkilidir. Baş ağrısına ve hafakana (afakana) faydalıdır. Bu makam sofiler meclisinde etkilidir. Doğuma faydalıdır. Akıl hastalıklarında kullanılır.
Zengule (Zirgüle) Makamı: Kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Uyku hali verir. Sabah ve öğlen arası etkilidir. Toprak tabiatlı, sıcak ve nemlidir. Menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir. Mide ve karaciğeri rahatlatır. Ruh hastalıklarının tedavisinde etkilidir.
Hüseynî Makamı: Barış, sakinlik ve rahatlık hissi verir. Sabahleyin gün ağarırken etkilidir. Su tabiatlıdır. Güzellik, iyilik, sessizlik ve rahatlık verir. Güven ve kararlılık duygusu aşılar. Karaciğer, kalp ve mideye iyi gelir. Barış duygusu verir. Otistik ve spastik rahatsızlıklarda kullanılır.
Saba Makamı: Cesaret ve kuvvet verir. Su tabiatlıdır, soğuk ve nemlidir. Kalp ve ayak ağrılarına etkilidir. Gülme, sevinç ve kahramanlık duyguları verir. Derin aşk duygularının ifade aracıdır. Şecaat, cesaret, kuvvet ve genel rahatlık verir. Kalbe iyi gelir. Seher vaktinde etkilidir. Ruhsal hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılır.
Uşşak Makamı: Öğlen vakti etkilidir. Su tabiatlıdır, soğuk ve nemlidir. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Derin aşk ve mistik duyguların ifade aracıdır. Uyku ve istirahat için faydalıdır, gevşeme hissi verir.
Hicaz Makamı: Ateş tabiatlıdır, sıcak özellik taşır. Tevazu yani alçakgönüllülük verir. Yatsıdan sabaha kadar olan zamanlarda etkisi fazladır, idrar zorluğuna iyi gelir, cinsel yönden uyarıcıdır. Düşük nabız atışını yükseltir. Bu makam daha çok dervişler meclisine etki eder.
İsfahan Makamı: Zihni açar, zekâyı artırır, anıları tazeler. Hareket kabiliyeti ve güven hissi verir. Gün batarken etkilidir. Bu makam, ümera (emirler, beyler, seyitler) meclisine daha çok etki eder.
Irak Makamı: Hâr (ters, kötü) mizaçlılara, sersâm (sersemlik veren hastalık) ve hafakana (çarpıntı ve sıkıntıya) faydalıdır. Akşamüstü etkilidir. Karakteri dişidir. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarında kullanılır. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korkuyu giderir.
Buselik Makamı: Güç ve kuvvet verir. Kuşluk vaktinde, yani güneşin doğuşundan 45 dakika sonra etkilidir. Kuvvet ve barış duygusu verir. Kulunç, bel ve bacak ağrılarında ve akıl hastalıklarında kullanılır.
Büzürk Makamı: Ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler, vesvese ve korkuyu uzaklaştırır. Fikre yön verir. Yatsıdan sonra etkilidir. Güç kazandırır. Beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli rahatsızlıklarda kullanılır.
Neva Makamı: Lezzet ve ferahlık duygusu verir. Akşam vakti etkilidir. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayıcıdır. Kötü fikirleri kovar, cesaret ve yiğitlik duygusu uyandırır. Kuvvet ve kahramanlık duygularını meydana getirir. Akıl hastalıklarının tedavisinde ve buluğ çağındaki kız çocuklarının rahatsızlıklarında kullanılır.
Acemaşiran Makamı: Ateş tabiatlıdır. Kuru ve sıcak bir makamdır. Fecirden, kuşluk vaktine kadar etkilidir. Vücudun dengesine yardım eder. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Ağrıyı hafifletir. Lezzet verir ve gevşemeye yardımcı olur.
Zirefgent Makamı: Sırt ve eklem ağrıları ile kulunç tedavisine faydalıdır. Uyku zamanı etkili olur. Akıl hastalıklarının tedavisinde etkilidir. Ruhsal rahatlama aracı olarak kullanılır.
Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi
Türklerde ilk ciddi müzikle tedavi çalışmaları, Selçuklu ve Osmanlılarda gerçekleşmiştir. Osmanlı müziği, saray veya halk müzisyenleri tarafından ele alınıp, toplumun her kesiminde kullanılmış bir sanattır. Bu denli önem verilen müzik, aynı zamanda hastalıkların tedavisi için de kullanılmıştır.
Selçuklu Türklerinde ise, müzikle tedavinin akıl hastalarına uygulandığı bilinen bir gerçektir.
Selçuklular, tedavi amacıyla, pek çok kentte bimarhane, maristan ve darüşşifa gibi sosyal tesisler inşa etmişlerdir. Bunlardan biri, Nureddin Hastanesi’dir. Bu hastanenin dışında, Amasya Darüşşifası, Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi, Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası müzikle tedavinin gerçekleştirildiği en önemli kurumlardır.
Nureddin Hastanesi
Müzikle tedavinin erken örneklerinden olan Nureddin Hastanesi, 1154 yılında Nureddin Zengi tarafından Şam’da inşa ettirilen, Selçuklunun ilk sağlık kuruluşudur. Burada, müzik makamları, tedavi amacıyla kullanılmıştır. Günümüze yalnızca kalıntıları ulaşabilen yapıda, akıl hastaları için özel bir bölümün bulunduğu ve buradaki akıl hastalarının tedavisinde müziğin de kullanıldığı bilinmektedir.
1648 yılında, Şam’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, birçok eser gibi Nureddin Hastanesi hakkındaki gözlemlerini de kaleme almıştır. Evliya Çelebi, burada hastaların gamını def için günde üç defa güzel sesli hanende ve sazendelerin fasıllar yaptığını ve hastane hekimbaşısı Yakub-i Hüdaya’nın Deva-yı Ruh adında bir kitap yazdığını anlatır.
Amasya Darüşşifası
Amasya Darüşşifası, 1308’de, Ilduş (Yıldız) Hatun adına, Anber bin Abdullah tarafından yaptırılmıştır. Akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği kuruluşlardan biri olan yapıyı, Evliya Çelebi, “Miskinler Tekkesi” olarak adlandırır. Amasya Darüşşifası, dünyada akıl hastalarını müzik ve su sesiyle iyileştiren ilk hastanedir. Hastanede, günümüze benzer olarak bir yandan tıp öğrencileri yetiştirilirken bir yandan da hastalara tedavi uygulanıyordu. Amasya Darüşşifası’nda, ses titreşimlerinin doğrudan beyin dokularına etki ettiği düşüncesinden hareketle, ruh hastaları, müzikle tedavi edilmiştir.
Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi
Anadolu Selçuklu’nun ilk sağlık kuruluşu olan bu yapıda, darüşşifa ve tıp medresesi bir aradadır. Kitabesinde, Kılıçarslan’ın kızı Gevher Nesibe’nin vasiyeti üzerine inşa edildiği yazar. Burada akıl hastaları, müzikle tedavi edilmiştir.
Darüşşifada, ayrıca ruh hastaları için ayrılmış özel bir bölüm (bimarhane) yer almaktadır. 18 odadan meydana gelen bu kısımda, haftanın belli günleri, müzik ve su sesiyle telkin yapıldığı tahmin edilmektedir.
Osmanlı Dönemi’nde Darüşşifalar
Osmanlı Dönemi’nde kurulmuş ilk hastane, Bursa’da Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılarak 1399 yılında hizmete açılan Yıldırım Darüşşifası’dır. Osmanlı döneminde, Türklerin akıl hastaları için yaptırdıkları ikinci hastane, İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in kendi adıyla anılan caminin güneydoğusunda ve külliyenin bir parçası olan Fatih Darüşşifası’dır.
İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet’in inşa ettirdiği Fatih Darüşşifası’nda akıl hastaları tedavi edilir ve bu tedavide müzikten de yararlanılırdı. Ancak Fatih Darüşşifası’nın herhangi bir kalıntısı günümüze ulaşamamıştır.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde bu hastane için şunları yazmaktadır:
“Evvela tımarhaneyi Ebulfeth Sultan Mehmed, 70 hücre, 80 adet kubbe ve 200 hüddamı (görevli, hizmetli), dersiam (müderris) ve hekimbaşısı vardır. Ayende ve ravendegandan bir adam hasta olsa tımarhaneye götürüp ona hizmet ederler.
Her gün iki defa hastalara güna-gün et’ame-i nefise (çeşit çeşit nefis yemekler) verilir. Evkafı o derece kavidir ki vakıfnamesinde; “Eğer matbahta keklik, tarac ve sülün kuşlarının eti bulunmaz ise, bülbül, serçe ve güvercin pişüp hastalara bezl oluna.” diye muharrerdir (yazılıdır). Hastalara, divanelere def-i cünun için mutriban (çalgıcılar) ve hanendegan (şarkıcılar) tayin edilmiştir. Avretler ve kefereler için dahi başka bir köşede timarhane vardır…”
Edirne II. Bayezid Külliyesi
Sultan II. Bayezid tarafından, 1484 yılında mimar Hayrettin tarafından inşa edilmiştir. Yapı, akustiği ve merkezi planlaması ile müzik tedavisi düşünülerek inşa edilmiştir. Edirne Darüşşifası, bilinen ilk hastane olması bakımından, Rönesans devrinde ve hastane tarihinde bir eşi daha olmayan Türk psikiyatrisi ve medeniyetinin eşsiz bir abidesidir. Kuruluş yıllarında her türlü hastanın bakıldığı Edirne Darüşşifası, daha sonraki yıllarda sadece akıl ve ruh hastalarının tedavi edildiği bir merkez durumuna gelmiştir. Darüşşifada müzikle tedavinin dışında, su sesi ve güzel kokular da tedavide etkin şekilde kullanılmıştır.
Evliya Çelebi’ye göre; müziğin, insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli makamlar dinletiyor, kalp atışlarının hızlandığına mı yavaşladığına mı bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerinde konserler düzenlettiriyordu.
Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifahanesi
Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi adına Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Süleymaniye Külliyesi’nde, bir tıp medresesi ve şifahane vardı. Medresede, Katipzade Mehmet Refi Efendi, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi gibi önemli isimler, öğretmenlik yaparken; şifahanede de Hekimbaşı Hasan Efendi, Şanizade Ataullah Efendi gibi başhekimler çalışmıştır.
Osmanlı darüşşifalarından farkı, özel bir nöroloji bölümünün bulunmasıdır ve buradaki hastalara da, tıpkı Edirne Darüşşifasında olduğu gibi, müzikle tedavi uygulamalarının yapıldığı bilinmektedir. Her türlü hastalığın tedavi edildiği Süleymaniye Darüşşifası, 1843’ten sonra, sadece akıl hastalarına tesis edilmiş bir kurum (Toptaşı) olmuştur.
Yararlanılan Kaynaklar
- Halit Tekiner – Gevher Nesibe Darüşşifası ve Müzikle Tedavi
- Yrd. Doç. Dr. Pınar Somakcı – Türklerde Müzikle Tedavi
- Sezer Erer ve Elif Atıcı – Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler
- Hayriye Serenay Giray – Çağlar Boyu Müzikle Tedavi ve Uygulandığı Hastaneler
- Süleyman Sırrı Güner – Müziğin Tedavideki Yeri ve Şekli
- Özge Gençel – Müzikle Tedavi
- Dr. Z. Işıl Bırkan – Müzikle Tedavi, Tarihi Gelişimi ve Uygulamaları
- Burçin Uçaner ve Birsen Öztürk – Türkiye’de ve Dünyada Müzikle Tedavi Uygulamaları
- Enver Şengül – Kültür Tarihi İçinde Müzikle Tedavi ve Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşüfası