Tıp ve Sağlık Sembolü Olarak Yılan

2
66260
Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane Amblemi

Günümüzde sağlıkla ilgili meslek kurum ve kuruluşları; ağaç, dal, kadeh gibi çeşitli eşyalara sarılmış halde duran yılan resmiyle sembolize edilmektedir.

En sondaki şekil Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ‘nün sembolüdür.

İlk bakışta  insanlara soğuk ve sevimsiz gelen bu sürüngen ile sağlık arasındaki ilişki, insana şaşırtıcı gelse de bunun sebebi, geriye doğru yapılan araştırmalarla anlaşılmaktadır. Ayaksız olmasına rağmen hızlı hareket edebilen, yeraltında, ağaçta ve suda yaşayabilen, yalnız iç kulağı olduğu için kemik yoluyla işiten, göz kapaklarının yapışık, hareketsiz ve saydam olması sebebiyle gözleri açık uyuduğu intibasını veren ve keskin gözlü bir hayvan olan yılan, bu özelliklerinden dolayı mitolojik dönemde kutsal sayılmıştır. Ayrıca koruyucu olduğuna inanılarak, yılana korkuyla karışık saygı gösterilmiş hatta tapınılmıştır.

Ağaç (asa) ve yılan, en eski mitolojiler ve inançlardan beri inanılan ve sembolleştirilen kavramlardandır. Ağaç, nasıl mevsimsel olarak yaprağını döküp yeniden canlanıyorsa; yılan da, derisini değiştirip yeniden dirilir. Ağaçlar, hem toprağın üstünde hem de kökleriyle toprağın altında bir yaşam ve bağ oluşturur. Yılanlar da, hem toprağın altında hem de üstünde yaşayabilirler. Hatta yılanın bu özelliği, yani yer altında yaşaması, buradaki doğaüstü varlıklarla yani öte alemle bağlantılı olduğu inancını da doğurmuştur. Bu yüzden insanın var olduğundan bu yana aradığı şeylerden biri olan iyileşme ve ölümsüzlük arzusu, sembolik de olsa ağaç (asa) ve yılanda kendini göstermiştir.

Yılanın, mitolojide ne zaman ve nerede ortaya çıktığı kesin olarak bilinmiyorsa da MÖ. 3000’lerden itibaren Doğu mitolojilerinde önemli rol oynadığı görülmektedir. Örneğin; Sümer mitolojisinde tanrı Ninazu’nun oğlu Ningişzida, yeraltı dünyasının ilahlarından biridir. Adı “İyi (Hayat) Ağacının Hakimi” anlamına gelen Ningişzida’nın simgesi, boynuzlu yılan ya da başmu ejderhasıdır. Gılgamış’ın Ölümü adlı Sümer şiirinde, Gılgamış’ın, Ningişzida ve Dumuzi ile yeraltı dünyasında buluştuğu anlatılır.

Lagaş prensi Gudea, kişisel tanrısı Ningişzida tarafından tanrı Enki ile tanıştırılıyor. (Ningişzida omuzlarından yükselen boynuzlu engereklerle resmedilmiş.) Gudea’nın kendi silindir mühründen alınan detay, Neo-Sümer Dönemi.

Lagaş’ın, Ningirsu Tapınağı’nı yaptıran Sümerli hükümdar Gudea, Ningişzida’yı kendi koruyucu ilahı (kişisel tanrı) olarak kabul etmiş ve kendisine onu rüyasında gördüğünü yazmıştır. Aşağıdaki vazonun üzerindeki asaya (dal, ağaç) sarılmış iki yılan sembolü, tarihte bulunan en eski örneklerden biridir. Vazoyu Gudea’nın, koruyucu ilahı kabul ettiği Ningişzida’ya hediye ettiği bilinmektedir.

The Libation Vase of Gudea, Dedicated to Ningishzida 21st century BC. The Double Helix Depicts the Deity Ningishzida. Louvre, Paris – Gudea’nın Ningişzida’ya hediye ettiği vazo.

MÖ. 2800’lere ait Mezopotamya eserlerinde, yılanla ilgili rölyeflere ve efsanelere rastlanmaktadır. Bunlardan en önemlisi, Gılgamış Destanı’dır. Destanın 9-11. tabletlerde geçen kısmında yılan, Gılgamış’ın bulduğu sonsuz gençlik ve iyi (sağlıklı) yaşam otunu yutar ve derisini döküp, yeni bir deriye bürünerek oradan uzaklaşır. Gılgamış Destanı’nda geçen hikaye, kısaca şu şekildedir:

Enkidu’nun ölümü ve kendi ölümlülüğüne dair duygularıyla sarsılmış olan Gılgamış, ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek ister. Ona dünya üzerinde tek bir kişi, tufandan kurtulan, tanrıların ölümsüzlük verdikleri bilge Ut-Napiştim yardım edebilir. Gılgamış bu bilgenin nehirlerin kaynağının bulunduğu yerdeki evine doğru yola koyulur. Yol uzun ve çetindir, “merkez”, “cennet” ya da “ölümsüzlük pınarı”na giden her yol gibi engellerle doludur. Ut-Napiştim Ölüm Sularıyla çevrili bir adada oturmaktadır; Gılgamış burayı aşmayı başarır. Ut-Napiştim’in zorlu sınamalarından geçemeyen Gılgamış’ın yetersizliğini açıklamasıyla bu macera son bulur. Örneğin altı gün ve altı gece uyanık kalıp bekçilik edemez; kaderi önceden bellidir; sonsuz yaşama sahip olamayacak, tanrılara denk olamayacaktır, çünkü onlarla hiçbir ortak niteliği yoktur.

Bununla birlikte karısının ısrarına dayanamayan Ut-Napiştim, Gılgamış’a okyanusun dibinde “dikenli” bir ot olduğunu söyler, bu bitki ona ölümsüzlük vermeyecektir, ama sonsuz gençlik ve iyi bir yaşam bahşedecektir. Gılgamış ayağına taş bağlar ve denizin dibine dalar. Bu bitkiyi bulduktan sonra ondan bir dal alır, taşları çözer ve yüzeye çıkar. Uruk’a giden yolda bir pınardan su içmek için durur; bitkinin kokusuna gelen bir yılan onu yutar. Bitkiyi yutan yılan eski derisini değiştirip yenisine bürünür.

Gılgamış ve Derisini Değiştiren Yılan

Günümüzde yılanın sağlık, yenilenme ya da ölümsüzlüğü sembolize etmesinin kökeni olan mitolojik hikayelerden (bilinen) ilki, büyük ihtimalle bu hikayedir. Bu hikayeyle birlikte, ölümsüzlük otunu yiyen ve deri değiştirerek gençleşen yılan, ölümsüz kabul edilmiştir.

Mısır mitolojisinde de önemli olan yılan, kutsal şehir ve Mısır’ın en önemli sağlık merkezlerinden biri sayılan Teb’in koruyuculuğunu üstlenmiştir. Mısır’da tıp kavramı, Helenistik çağda ortaya çıkmıştır. MÖ. 2800’lerde yaşamış ve önemli mevkilerde bulunmuş İmhotep’in, firavun sarayının baş mimarı (Firavun Zoser’in basamaklı Sakkara Piramidi’ni yapmıştır), baş rahibi (hekimbaşılık görevini de yürütüyordu), veziri ve baş müneccimi olduğu bilinmesine rağmen, eski imparatorluk dönemindeki Mısır toplumu ve hekimliği konusunda bilgi veren kaynaklarda, hekimlik yaptığına dair bilgi yoktur. Toplumun saygı duyduğu biri olduğu için, yeni imparatorluk döneminde yüceltilmiş ve zamanla tanrılaştırılarak, Yunan Tıp Tanrısı Asklepios ile özdeşleştirilmiştir.

İmhotep kültü, Grek ve Roma dönemlerine doruğa ulaşmıştır. Nil Nehri’ndeki Philai Adası’nda bulunan tapınaklar, -rüyada şifa yolunu göstereceği inancıyla- İmhotep’e dua etmeye ve uyumaya gelen hastalarla dolup taşmıştır.

Yunan dünyası, bir kısım inançlarını ve mitolojisini, Mezopotamya ve Mısır’dan almış, bu arada yılanı da, ebedi hayatın sembolü olarak benimsemiştir. Antik Yunan’ın Tıp Tanrısı Asklepios, heykel ve resimlerde, hayat ağacı’nı sembolize eden, dala sarılmış yılanla gösterilmiştir.

Tıbbın ve Sağlığın Tanrısı Asklepios

Yunan ve Roma mitolojisinde müziğin, sanatın, güneşin, ateşin ve şiirin Tanrısı olarak geçen Apollon, aynı zamanda sağlıkla da ilişkilendirilir. Oğlu Asklepios ise, ölümden son anda kurtulmuş ve aldığı eğitimlerle tıbbın ve sağlığın Tanrısı haline gelmiştir. Yunan mitolojisinde, Tanrılar Panteonu’na MÖ 6. yüzyılın sonlarına doğru katılmış olan Asklepios’la ilgili mitolojik hikaye şu şekildedir:

Efsaneye göre, Teselya Lapithler’in kralı Phlegyas’ın kızı Koronis Apollon’dan hamile kalmış, bir süre sonra da Apollon’u aldatarak Arkadyalı biriyle ilişkiye girmiştir. Bu durumu kutsal kuşu kuzgundan öğrenen Apollon, öfkesinden kuzgunun beyaz tüylerini karaya çevirmiş ve Koronis’i öldürüp (bir diğer efsaneye göre Koronis, Apollon’un kardeşi Artemis’in oklarıyla öldürülmüştür) ateşte yaktığı sırada, hamile olan sevgilisinin karnından günahsız bebeğini kurtarmıştır. Sonradan Asklepios adını alacak çocuğu yetiştirmesi için Pelion Dağı’nda oturan Kentaurus (yarı at yarı insan) Kheiron’a (Heiron) teslim etmiştir. Bakıcısından bitkileri tanımayı ve hekimlik sanatını öğrenen Asklepios, ölümsüzlüğü araştırmaya başladığı sırada Athena ve Perseus’un öldürdüğü canavar Gorgo’lardan Medusa’nın vücudunun sağ ve solundan akan kanları ayrı kaplarda toplayıp Asklepios’a vermiştir. Canavarın şifalı olan sağ tarafındaki kanla ölüleri dirilten Asklepios, Artemis’in boğularak ölen sevgilisi Hippolytos’u canlandırmıştır. Ölüler dünyasının tanrısı Hades’in, ülkesinin nüfusunun azalacağı ve tabiatın dengesinin bozulacağı endişesiyle şikayet etmesi üzerine Zeus, tanrıların ölüme mahkum ettiklerini dirilttiği için, yıldırımlarıyla Asklepios’u öldürmüştür. Anadolu inanışına göre, Asklepios’un hayatının son anında yazdığı ölümsüzlük reçetesindeki yazının mürekkebinin yağmurun etkisiyle akması ve yerdeki ota karışmasıyla her derde deva sarımsak meydana gelmiştir.

Bir görüşe göre; başlangıçta Asklepios’tan değil, yılandan medet umulmuştur. Yunanca karşılığı askalabos olan yılan, sağlık tanrısının kişileştirilmesiyle, ismini Asklepios’a vermiş ve Tanrının şifa verici gücünü temsil eden asaya sarılı halde sembolize edilmeye devam etmiştir.

Sağlığı sembolize eden kızı Hygieia (hiji diye okunur ve hijyen sözü sağlık anlamına gelir) ve düşlerin yorumcusu oğlu Telesphoros (Çocuk Tanrı), Asklepios’un çevresindeki ikinci derecede tanrılardı. Yunan sağlık ve temizlik tanrıçası olarak da bilinen Hygieia’nin sembolü, günümüzde eczacılığın sembollerinden biri olan, kadehe (kap) sarılı yılandır. Bu sembolün, yılanın zehrinin alınmasını ve bu zehrin, panzehir üretmede kullanılmasını temsil ettiği söylenebilir. Aynı zamanda kabı, ecza yapımında eczayı dövmek ve karıştırmak için kullanılan kap imgesi olarak da yorumlayabiliriz.

Ölümünden sonra, Asklepios adına iki yüzden fazla mabet (Asklepion) kurulur. Bu mabetlerin kapıları üzerinde: “Buraya ölümün girmesi yasaktır.” ibaresi yazılıdır ve Asklepionların açılışı için izin almaya gelen heyetlere, hekimlerle birlikte, kutu içinde yılan gönderme adeti vardır. Asklepionların en ünlülerinden biri ise, MÖ 4. yüzyılın ortalarında Geyikli Dağı’nın yamaçlarında kuytu bir vadide bulunan, Bergama Asklepionu’dur.

Asklepios’a göre hekim; yılan gibi dilsiz olmalı, kimsenin sırrını başkasına söylememeli, sabır ve sükunet içinde çalışmalıdır.

Asklepion’da, üzerinde iki yılanın bulunduğu bir sütun bulunmaktadır. Bu sütunun günümüze ulaşan hikayesi ise şu şekildedir:

Asklepion ya da halk dilinde Ayvazali denilen Bergama Sağlık Yurdunda, Galenos (Galen) adında çok ünlü bir hekim yaşarmış. Anlatılara göre tıpta Hipokrates’i geçmiş, yüzlerce kitap yazmış ve yaşadığı dönemdeki kralları tedavi etmiştir.

İşte bu Galyen Hekim zamanında, belki de 130 tarihinde Asklepion’a bir hasta gelmiş. Viran kapıdan içeri almışlar, Asklepiadlar (Asklepion hekimleri) tarafından giysileri çıkarılmış, yıkanıp  beyaz harmaniler giydirildikten sonra kutsal yoldan geçirilip uyku odasına alınmış. Sayıklamasına, rüyasına bakılmış, fakat bir türlü hastalığının kökenine varılamamış. Hastalığının nedeni çözülünceye değin bekletilecekmiş ama birkaç gün içinde çok ağırlaşmış, titremeler, kasılmalar görülünce zehirlenme olduğu anlaşılmış ama iş işten geçmiş. Durumu Galyen Hekim’e aktarmışlar, hastayı gördükten sonra tapınağının giriş kapısının önüne çıkarılmasını ve ölmeden akrabalarının alıp gitmesini buyurmuş. Hatırlanacağı üzere, Asklepion’un kapısının üstünde “Bu kapıdan ölüm giremez” yazılmıştır.

Hasta dönüş yolunun ağaçlı girişinde bırakılmış ve akrabalarına içeriye girmeleri için kapıya haber gönderilmiş. Burada umarsız bir şekilde çırpınan hasta, aynı kaseden içtikleri sütü kusan iki yılan görmüş, yılanlar birbirlerine dalaşmışlar, süt başında kavga ederlerken, birbirlerini ısırdıkça süte zehir saçmışlar. Ümitsiz hasta, canına kıymak düşüncesiyle gayretlenip sürüne sürüne süt kasesine yaklaşmış ve bir dikişte içmiş.

Zehirli sütü içtikten sonra olduğu yere yıkılıp kalmış ve derin bir uykuya dalmış. Hastanın oğulları, babalarını almak için içeriye girdiklerinde önce onu görememişler, sonra çamların altında yüzükoyun yatarken bulmuşlar. Öldüğünü sanıp, yüzünü çevirdiklerinde uykudan uyanan babaları zıplayıp ayağa kalkmış. Birisi hemen koşup Galenos’a babasının iyi olduğunu müjdelemiş. Doktor Galenos, zehire panzehir bulmanın sevinciyle hastayı kucaklarken, adak olarak bir sütun diktirmiş ve üzerine aynı kaptan içtikleri sütü kusan iki yılan kabartması yaptırmış.

Asklepios’un adına yapılan mabetlerde, Asklepios’un asası ile resmedilmesinin sebebi Ünver’e göre; “Tababetin az bir zamanda tahsil edilmeyip, ihtiyarlayıp bir asaya dayanmak ıstırarında (zorunluluk) kalacağı zamana değin öğrenmeye ve tecrübeli olmaya muhtaç olmasıdır.” Asaya sarılı yılan için ise Ünver; “Asasına sarılan Tenin denmekle ma’ruf yılandır. Zira bu yılanın gözü kuvvetli ve sihri fazladır. Bu cihetle tabiblerin her şeye dikkat ve ihtimam ve habu rahetlerini terk etmeleri lazım olduğuna işaret içindir. Sonra bu yılan, şeyhuha (ihtiyarlık) denen cildinden çıkıp derisini değiştirir. Bu yılan uzun ömürlüdür. Aesculapius rivayette nazaran doksan sene yaşamıştır.” demektedir.

Yöndemli’ye göre; yılanın gözünü hiç kırpmadan dikkatle bakma, sokmadan önce düşünme, yani acele karar vermeme, her yıl derisini tazeleme özellikleri, hekimlere atfedilmekte; onlardan, çok dikkatli ve keskin görüşlü olmaları, bilgilerini devamlı tazelemeleri, genç ve dinç kalmaya çalışmaları beklenmektedir.

Bundan dolayı, yaşam ağacının bir modifikasyonu olan asa (ya da Eskülap’ın sopası), Batı’da da kendisine sarılmış yılanla birlikte, sağlık bilimlerini (hekimlik, diş hekimliği, eczacılık ve veterinerlik) temsil eder.

Musa ve Tunçtan Yılan

Yılanın nasıl yaşam ve şifa kaynağı olduğu Tevrat’ta şu şekilde anlatılmıştır:

“Edom ülkesinin yanından dolaşmak için İsrail oğulları Kızıl Deniz yoluyla gitmek üzere Hor Dağı’ndan ayrıldılar. Fakat yolda halkın sabrı tükendi ve Allah’a isyan ettiler:
– Çölde ölelim diye mi bizi Mısır’dan çıkardın? Ekmek yok, su yok! Bu kötü besinden artık bıktık! demeye başladılar. Rab onları cezalandırmak için zehirli yılanlar gönderdi. O vakit halk Musa’ya gelip:
– Rab’be yalvar da yılanları uzaklaştırsın, dediler. Musa Rab’be yalvardı. Rab ona:
– Tunçtan bir yılan yap ve onu bir sırık üzerine koy. Yılanların ısırdığı adamlar ona bakınca yaşamlarını sürdürebilecekler, diye cevap verdi.
Musa tunçtan bir yılan yaptı ve onu bir sırığın üzerine koydu. Isırılmış adamlar ona bakıp yaşadılar.”

Anadolu’da Sağlık ve Yılan 

Anadolu’da Asklepion, Lokman Hekim olarak bilinir. Bergama’da Eskülap kültü ve sağaltım kültürü, Lokman Hekim söylencesinin temeli olmuştur. Çorum’un İskilip ilçesi, adını Eskülap’tan aldığını ileri sürerek, Lokman Hekimi sahiplenir. Amasya geleneksel kültüründe de Lokman Hekim önemli yer tutar. 

Not
Bu konu belki de daha ayrıntılı anlatılması gerektiğinden Lokman Hekim ve yine Anadolu’da efsanelere konu olan Şahmeran ayrı bir konu olarak incelenecektir.

Yılanı sağlık sembolü olarak, Selçuklu Dönemi’nde yapılan darüşşifa ve maristan ya da bimaristan gibi sağlık kuruluşlarının kapılarında ya da duvarlarında da görebiliriz. Bimaristan kelimesinin kökünün ne olduğu konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre, “mar” yılan demektir, maristan da; “yılan evi”, “yılan yurdu” demektir. Hastaya ise; yılansız, şifasız anlamına gelen “bimar” denmektedir.

Kayseri’de bulunan Gevher Nesibe Darüşşifası’nın Taç kapısının üzerindeki yılan motifi

Yılandan, ilk çağlardan beri tıpta geniş ölçüde yararlanıldığı düşünülürse, bu görüş kabul edilebilir. Diğer fikre göre ise; bimar kelimesi, Farsça bir kelime olup, hasta anlamında kullanılmıştır. Bimar kelimesinin köküne yer yapma eki “istan” getirilerek türetilmiştir. Halk arasında tımarhane anlamında, bu kelimeden bozulmuş olan maristan adının kullanıldığı bilinmektedir.

Ayrıca Anadolu’da bulunan birçok yılanlı göl, yılanlı çermik gibi adlar taşıyan yerlerde, canlı yılanların şifa bahşedici, tedavi edici özelliğinden günümüzde hala yararlanılmaktadır.

Ülkemizde tıp sembolü olarak asaya sarılmış yılanın kullanılması, ilk olarak II. Mahmud zamanında olmuştur. II. Mahmud zamanında açılmış olan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane (Günümüzde İstanbul Tıp Fakültesi), aşağıdaki sembolü kullanmıştır.

Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane Amblemi

Günümüzde, sağlıkla ilgili kurumların, yılan ve asayı sembol olarak benimseyerek amblemlerinde kullandığını belirtmiştik.

Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver

Ülkemizin ilk tıp kurumu olan İstanbul Tıp Fakültesi’nin birbirine dolanmış iki yılan figüründen oluşan amblemi, Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver tarafından, Selçuklu devlet adamı Atabey Ferruh’un, 1235 yılında Çankırı’da yaptırdığı darüşşifada bulunan yılan figüründen esinlenerek çizilmiştir.

Daha sonra, yeni kurulan tıp fakülteleri, bu çizimden istifade ederek, farklı amblemler kullanmıştır.

Taş Mescit ya da Cemaleddin Ferruh Darüşşifası’ndaki bu sembolün dışında, yine Çankırı Müzesi’nde sergilenen ikinci bir parça (kupaya sarılmış yılan figürü) ise, günümüzde eczacılık sembolü olarak kullanılmaktadır.

Dünyada veterinerliğin sembolü olarak da kullanılan yılan sembolü, ülkemizde Veteriner Hekimler Derneği’nin, 1946 yılı kongresinde dernek rozeti olarak kabul etmesi ile zaman içerisinde ulusal amblem özelliği kazanmıştır. Nitekim, Dünya Veteriner Hekimliği amblemlerine ilişkin olarak yayımlanmış olan kitapta da, bu kimliği ile Türk veteriner hekimliğini uluslararası düzeyde temsil ettiği görülmektedir.

İlk Şekil: Prof. Dr. Ahmet Noyan’ın tasarımından önce kullanılan amblem. İkinci ve Üçüncü Şekil: Prof. Dr. Ahmet Noyan ve tasarladığı amblem. Dördüncü Şekil: Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nin kullandığı amblem.

Ulusal Amblem, Türkiye’deki tüm Veteriner Fakülteleri tarafından 1992 yılına kadar kullanılmıştır. “Türkiye’de Veteriner Hekimliği Öğretiminin 150. Yılı” kutlamaları (24-31 Mayıs 1992) çerçevesinde, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi için, ulusal amblemdeki öğelerin korunduğu ve çevresindeki bordo renkli çember içerisine Üniversite ve Fakültenin adı ile 1842 yılının yazıldığı bir amblem tasarlanmıştır. Etkinliğin kutlama, duyuru, davetiye ve resmi yazışmalarında kullanılan bu amblem diğer veteriner fakültelerine örnek teşkil etmiş ve bu fakülteler de kendi amblemlerini oluşturmuşlardır.

Yararlanılan Kaynaklar

  • Dr. Ali Haydar Bayat – Tıp Tarihi
  • Hamit Hancı – Yılan Hikayesi
  • Dr. Nuran Yıldırım – İstanbul Tıp Fakültesi Tarihine Bakış
  • Dr. Mustafa Durak – Kaynak ve Anlam Açısından Tıp Simgelleri
  • Aysun Koç ve Özgül Küçükaslan – Türkiye’de Veteriner Hekimliği Ambleminin Tarihsel Gelişimi
  • Muhammet Kemaloğlu- XI.- XIII. Yüzyıl Türkiye Selçuklu Devletinde Darüşşifalar
  • Jeremy Black ve Anthony Green – Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü
  • Mircea Eliade – Dinler Tarihine Giriş
  • Proje:Mustafa Durmaz – Bergamalı Lokman Hekim Galenos – Bergama Belleten-18
  • Hakkı Demirel – Tevrat
Click to rate this post!
[Total: 40 Average: 3.3]

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz